SÜREÇ AKP-MHP FAŞİZMİNİN ÇÖKÜŞ SÜRECİDİR

İçinde bulunulan Süreç Türk ulus-devlet faşizmi için ölüm-kalım sürecidir

Duran Kalkan

Türkiye’de en çok itibar kaybedilen, toplumsal çelişki ve çatışmaların en çok arttığı bir süreç yaşanmaktadır. Buna AKP-MHP faşizminin çöküş süreci de denilebilir. Derin ve köklü çöküş yaşayan bir düşman gerçeğiyle karşı karşıyayız. 

Bu durumda Kürdistan’ın dört parçasında, Ortadoğu halkları içerisinde ve tüm dünyada tüm ezilenlerin, emekçilerin PKK’den büyük beklentileri var. 3. Önderliksel doğuşun evrensel karakterine de uygun olarak hareketimiz insanlığa kendini taşırmış, tanıtmış bulunmaktadır. Ulaştığı her yerde büyük bir heyecanı ve coşkuyu yarattığı ortadadır. Herkese moral ve güç vermekte, mücadeleye sevk etmektedir. Bu, çok büyük beklenti oluşturmaktadır. PKK’den, Kürdistan Özgürlük Mücadelesinden haberdar olan herkes, Önder Apo gerçeğini tanıyan herkes daha büyük öncülük beklentisi içine girmektedir. Kürdistan’da devrimin daha da büyütülmesi, zafere taşınması, Kürdistan Devrimini Demokratik Ortadoğu Devrimine dönüştürerek özgür insanlığa, demokratik devrim hamlesi yaptırtacak bir sonucun ortaya çıkartılmasını beklemektedir. İşte bu beklentilere cevap olmak, Önderlik ve şehitler emrinin gereklerini eksiksiz başarıyla yerine getirmek durumundayız.

Böyle bir mücadeleyi yürütmek için de bulunduğumuz koşullar, büyük imkan ve fırsatlar sunmaktadır. Böyle imkan ve fırsat kolay ele geçmeyecek bir fırsattır. Yürütülen mücadeleyle bu devrim koşullarının daha da olgunlaşması ve yoğunlaşması söz konusu olmuştur. Bunu 50. Önderlik ve parti yılında somut olarak gördük. Ellinci yıla böyle bir devrimci atılım ruhuyla, iradesiyle ve pratiğiyle girdik. Böyle bir mücadeleci ruh Kürdistan’ın tüm parçaları üzerinde, dünya insanlığı üzerinde çok büyük bir moral etki yaptı. 2021 yılı boyunca gerillanın faşist-soykırımcı saldırılara karşı kırda, ovada, şehirde yürüttüğü kahramanca direniş bizi böyle bir noktaya getirdi. Öyle ki, Kürdistan’daki Devrimci Halk Savaşı yeni bir atılım yılına girerken gerçekten de 50. Önderlik Newrozunda pratikte atılım yaşayan, zirveye ulaşan bir durum yaşandı.  Çöküşü herkes tarafından görülür hale gelen neredeyse yüz yıllık ulus-devlet faşizmini Kürdistan’da tümüyle çökerten bir düzey kazandı. Şimdi düşman bu büyük hamlenin, kendi çöküşünü daha da derinleştirerek tam bir ölüme, yok oluşa götürülmesini engellemek için bir karşı saldırı yürütmeye çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan yönetimi ve AKP-MHP faşizmi ‘en iyi savunma saldırıdır’ taktiği izlemektedir. Durduğunda yıkılacağını bildiği için sürekli saldırı geliştirmektedir. Hiç durmadan saldırı, herkese saldırıyla çöküşünü önlemeye çalışmaktadır. Tümüyle yıkılmamak ve ömrünü uzatabilmek için geliştirdiği karşı devrimci saldırıdır. Bu saldırı devrimci gelişmeye karşı bir saldırıdır.

Bu karşı devrimci saldırıyı birçok alanda işgal hareketi olarak planladılar ve yürütmekteler. Böylelikle Kürdistan’ın Bakur ve Başur parçaları arasında Rojava sınırına yapıldığı gibi bir set çekerek Bakure Kürdistan’ı bir hapishaneye çevirmek istemekteler.

İmralı’da Önder Apo üzerinde uygulanan ağır psikolojik baskıyı, terörü ve tecritle birlikte işgal saldırılarıyla da sürdürmek istiyorlar. Böyle bir karşı devrimci saldırıyla Kürt varlığını soykırımdan geçirerek Türk ulus-devlet faşizminin istiklalini sağlamayı öngörmekteler.

Demek ki mevcut içinde bulunulan süreç Türk ulus-devlet faşizmi için bir ölüm-kalım sürecidir. Eğer Türkiye’nin bütün imkanlarını seferber ederek karşı tarafı çökertmezse kendisi çökecektir. Ayakta kalması -ki, karşıdakini yok etmelerine bağlıdır. Tam bir faşist-soykırım saldırısı, devlet terörüyle katliam uygulamaları yürütmeleri de bunanla bağlantılıdır. Bir yandan askeri olarak böyle bir katliam ve soykırım saldırısı yürütürken diğer yandan buna dayalı olarak bölgesel ve küresel güçleri de yanlarına almak istemektedir. Bunun için AKP-MHP faşizmi Türkiye’ni tüm değerlerini peşkeş çekmekten de geri durmamaktadır. Bunun yanı sıra herkesi baskı altına alarak, tehdit ederek, tavizler vererek Kürdü yok sayan, inkar eden ve imha etmek isteyen yeni bir siyasi sisteme razı etmeye çalışmaktalar. Askeri saldırının, işgal hareketlerinin amacı da budur.

AKP-MHP faşist yönetimi, 12 Eylül faşist askeri düzeninin planlayıp da 15 Ağustos Atılımı nedeniyle gerçekleştiremediğini gerçekleştirmek istemektedir. Çünkü mevcut ulus-devlet faşizmi Kürt düşmanlığı üzerine oluşmuş bölgesel bir sistemdir. Hatta küresel bir sistemdir. Sistemin bu karakterini korumak istemekteler. Burada açılacak en küçük bir gediğin Kürdü yok sayan ve yok etmek isteyen sistemi yerle bir edeceğini, dolayısıyla da kendilerinin sonunu getireceğini değerlendiriyorlar. AKP-MHP faşizminin Kürt özgürlüğünde kendi ölümünü görmeleri buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü kendi varlığını ve egemenliğini Kürt soykırımı üzerine oluşturmuş durumdadır. Mevcut haliyle de mücadele bu eksende sürmektedir.

Türkiye ulus-devlet sisteminin de odaklandığı nokta Kürdistan özgürlük devrimidir. Dolayısıyla Bakur Kürdistan’daki özgürlük devrimi sadece bir parça devrimi ya da sadece bir Kürdistan devrimi değildir. Yine sadece demokratik Türkiye devrimi de değildir. Çeyrek asırdır 3. Dünya Savaşı’ndan Ortadoğu’yu çıkartacak demokratik Ortadoğu devriminin öncüsü olma özelliği taşımaktadır. Bunun için bu kadar yaratıcı olmayı, derin düşünmeyi, esneklik ve katılığı yerinde-zamanında doğru kullanmayı, doğru ve başaran öncülük yapmayı gerektirmektedir. Bakure Kürdistan’da mücadelenin neden bu kadar çetin olduğunu ve niye böyle uzadığı düşünülebilir ve sorulabilir. Buna vereceğimiz açık yanıt şudur: Bakure Kürdistan’daki mücadele sadece bir parça mücadelesi değil, sadece Kürdistan ya da demokratik Türkiye mücadelesi de değildir. Demokratik Ortadoğu devrimini gerçekleştirme, onun önünü açma, öncülüğünü yapma mücadelesidir. Bu da zorlu bir mücadeleyi, büyük sorumluluk, direnç ve beceri isteyen, daha çok cesaret, fedakârlık ve kahramanlık gerektiren bir mücadeleyi ifade etmektedir.

Özgürlük mücadelemiz zaferin eşiğine gelmiş durumdadır. Şimdi yanıtlamamız gereken temel soru şudur: Bu zafer hamlesini yaptıracak mıyız, yaptıramayacak mıyız? AKP-MHP öncülüğünde restore edilmek istenen faşizm, bu devrimi ezip bastırmak için çaba harcamaktadır. AKP-MHP’nin bunun dışında yaşama imkânı yoktur. Kapitalist modernite sistemi ve bölgesel güçlerin bazıları Türkiye’nin içine girmiş olduğu bu sıkışmışlıktan faydalanmak istemektedir. Burada tüm bu güçlerin gerçeğini doğru anlamak gerekir. Var olan çelişki ve çatışmalar Ortadoğu halklarına zarar vermektedir. Biz bu zararların önlenmesini ve halkların bundan kurtulmasını istiyoruz. Ama kesinlikle herkesin bizim gibi olduğu sanılmamalıdır. Mesela küresel güçler bizim gibi değillerdir. Tersine böylesi bir çelişkili ve çatışmalı durumdan gayet memnunlar. Hatta çelişki ve çatışmanın daha fazla olmasını istemekteler. Çünkü Ortadoğu’daki güçler ne kadar karşıt hale gelir, çelişir ve çatışırlarsa onlara daha fazla politika yapma, ekonomik, siyasi ve askeri kâr elde etme imkânı oluşmaktadır. O nedenle daha çok bölüp parçalamaya, daha fazla çeliştirip çatıştırmaya çalışmaktalar.

Söz konusu bu küresel güçlerin çelişkileri giderme, çatışmaları durdurma gibi bir sorunları yoktur. Dışarıya öyle yansıttıklarına aldanılmamalıdır. O güçleri kendi paradigma ve gerçekliklerine göre değerlendirmeliyiz.

Bu bakımdan küresel güçlerin de kendi aralarında belli bir çelişki ve mücadeleleri vardır. Ama sorunları çözme götürme güçleri de yoktur. Herkes üzerinden kazanç sağlamaya çalışıyorlar. Mevcut durumda Kürtlerin bölgede önemli bir güç ve aktör olduklarını gördüler. Kürtler, Önder Apo’nun bilinci ve PKK’nin mücadelesi temelinde bölgenin önemli bir politik-askeri aktörü haline geldiler. Bir güç dinamiği oluşturdular. Bu da artık askerlikte, siyasette ve ekonomi de değer görmektedir. Buradan faydalanmaya çalışıyorlar. Geçmişte Kürdü inkâr ve imha siyasetinin bir parçası oldular ve buna öncülük ettiler. Türk, Arap, Fars milliyetçiliği ve şovenizminin bu temelde gelişip bölgede hâkim olmasına da destek verdiler. Yaptıkları sonunda kendilerine döndü. Artık Ortadoğu’dan istedikleri gibi kazanç sağlayamıyor, istedikleri gibi sömüremiyorlar. Dolayısıyla politikalarında bazı değişiklikler yapmak istiyorlar.

Ulus-devlet statükoculuğunu değiştirmek için de iki alan temel rol oynuyor: Bunlardan birincisi Arabistan, ikincisi ise Kürdistan’dır. 1. Dünya Savaşı hem Kürdistan’ı hem de Arabistan’ı bölüp parçaladı. Arapları ikinci sınıf toplum haline düşürdüler. Arap toplumu bunu kabul etmedi. Neolitikten, Sümerlerden gelen bir toplumdur. Arapların güçlü tarihsel toplum gerçeklikleri vardır. İslam devriminin, bütün tek tanrılı dinlerin yaratılmasına şu veya bu şekilde katılmış bir toplumdur. En son İslam devrimini temsil ediyorlar ve ikinci sınıf toplum olmayı reddediyorlar. Arap Baharı denilen isyanın temelinde de bu reddetme vardı. 2. Dünya Savaşından sonra, radikal askeri devrimler şeklinde Irak’tan başlayıp Mısır’a kadar birçok ülkede gelişen milliyetçi darbelerin arkasında da bu gerçeklik yatmaktaydı. Kısacası Arap toplumu kendilerine biçilen mevcut statüyü reddetmektedir.

Kürtler de baştan beri bu sistemi reddetti ve direndiler. Dört parça Kürdistan’da direndiler, fakat bilinçsiz ve örgütsüzdüler, parçalıydılar. Bu direnişler inkâr ve imha temelindeki saldırıları kırmaya ve yenilgiye uğratmaya yetmedi. Böyle bir sistemi tanımlama ve çözme, onu adım adım geriletme bilincini, örgütünü ve mücadelesini teori ve taktik düzeyde Önder Apo ortaya çıkardı. PKK ile gelişti. Bunun ortaya çıkardığı yeni bir Kürdistan var. Kürdistan özgürlük devriminin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu çerçevede bölgede oynadığı bir rol var. Şimdi küresel güçler de bu durumu iyi görmektedir. Bölgeyi biraz daha değiştirebilmek ve daha fazla sömürebilmek için Kürtler ve Araplara dayanmak istemekteler.

Bilindiği gibi 3. Dünya Savaşı da Arabistan’da gelişti. Bu savaşın başlangıcı olarak sayılan ilk Körfez müdahalesi ne Irak’ta Saddam Hüseyin yönetiminden ne de başka bir şeyden kaynaklanmıştır. Bunu kişilere bağlamamak gerekir. Çünkü sistem ile bağlantılıdır. Adı geçen kişileri de o sistem ortaya çıkardı. Neden Irak, Mısır ve Türkiye’de çıktılar da başka yerde çıkmadılar? Demek ki buradaki sistem ile bağlantılıdır.

Mevcut durumda değişiklik isteyen herkes Kürtlerin ve Arapların durumunu ve yürüttükleri mücadeleyi görmek ve dikkate almak zorundadır. Bir biçimde onlara dayanmak zorundadır. Onlara dayanmayan, oradan beslenmeyen hiçbir çaba bölgedeki ulus-devlet statükosunu değiştiremez. Belirttiğimiz nedenlerden dolayı küresel güçler de biraz değişiklik istemektedir. Onun için Arabistan ve Kürdistan ile uğraşmaktalar. Arap toplumunun arayışını ve Kürt halkının PKK öncülüğünde ortaya çıkardığı siyasi-askeri gücün bölge düzeyindeki etkisini görmekteler. Bunu kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmek istemekteler. Bu durumu başka bir şekilde değerlendirmemek gerekir. Yani zihniyet ve politika değişikliği yoktur. Arabistan ve Kürdistan’da ortaya çıkan değişimler temelinde, sadece Ortadoğu’yu kısmen değiştirip kendi çıkarları temelinde yapılandırırken buradaki gelişmelerden faydalanmak istemekteler.

Şimdi bizim görevimiz, ulaşılan mücadele düzeyini, devrimin zaferine bağlayarak bu mücadeleyi geliştirmektir. Bunun gerektirdiği kadar askerlik, gerektirdiği kadar siyaset, gerektirdiği kadar serhıldan, gerektirdiği kadar diplomasi, demokratik ulus inşası yapmak gerekiyor. Bu çerçevede dönem büyük devrimci hamle yapma ve devrimi zafere taşıma dönemidir

Bunun için şimdi en temel görevimiz savaşan halk gerçekliği temelinde örgütlenmektir. Bunun için profesyonel direniş güçleri olarak gerillayı ve yerel direniş güçleri olarak öz savunma kuvvetlerini dört parça Kürdistan’da bütün toplumu içine alarak ve günlük olarak mücadele yürütecek bir düzeyde geliştirmek, büyütmek, eğitip örgütleyerek sevk etmektir. Bu görevleri doğru anlayan, planlayan ve pratikte de doğru biçimde uygulayan kesinlikle başarı kazanacaktır.

Bu da gerilla, kadın ve gençlik hareketleri için, kısacası tüm çalışmalar için geçerlidir. Bu temelde yeni dönem görevlerini üstlenecek bir bilince, kararlılığa, cesaret, fedakârlık ve çok yönlülüğe ulaşmalıyız. Bunu da tabii ki savaşan halk gerçekliği temelinde yapmalıyız. Yani direniş içerisinde yapmalıyız. Zafer çizgisinde direnebilmek için de gerilla güçlerini ve öz savunma kuvvetlerini her yerde eğitmek, örgütlemek ve büyütmek temel görevdir.

Burada esas olan ise kendini dönem görevleri temelinde değiştirmeye cesaret etmektir. İşte bu noktada büyük bir değişim ve dönüşüm, yeni dönem görevlerine görüp kabul etmek, o dönemin kararlılığı ve sorumluluğuna ulaşmak gerekmektedir.

Devrimcilik, ortaya çıkacak fırsat ve imkânları değerlendirmeye her an hazır olma işidir. Politik sanatın ve devrimci sanatın da esası burada saklıdır. Her an oluşabilecek imkân ve fırsatları değerlendirmeye hazırsan; duygu, düşünce, ruh, örgüt, pratik hazırlık olarak hazırsan; 24 saat particilik, 24 saat gerillacılık ve 24 saat Önderlikle yaşam çizgisine bağlıysan, her anı mükemmel değerlendirecek fırsat ve imkânı rahatlıkla bulursun. Dönemin tarzı kesinlikle böyle olmayı, bu temelde Apocu tarzı, devrimci tarzı yaşam ve mücadelede eksiksiz uygulamayı ve yerine getirmeyi gerektirmektedir. Böyle bir tarz ile hareket edersek, dönemin üzerimize yüklediği görevi her alanda başarı ile gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla devrim hamlesini mutlaka başarırız.